Fehmi Çalmuk

Yavuz'um, Bülent'im... Baki olan Rabb'imin misafirisin şimdi!

Fehmi Çalmuk

Şimdi, şimdi seni düşünüyorum. 

Cebeci yollarında rüzgârlar esiyor, serin. 

Paramparça düşmüş gönül ufkuma 

iki yıldız gibi gözlerin...

Gel ey ciğerime saplanan hançer, 

Gel ey yüreğime oturmuş kurşun. 

Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan,

 Gel artık, ne olursun!

Sen hayattayken daha Cebeci İstasyonu'nu betona esir etmişlerdi. Anadolu'nun şehirlerini dizelerinde ilmek ilmek dokudun. Şehirler ve köyler; destanlar kadar sıcak ve bayraklar kadar azizdi O’nun için... Atsız ve silahsız Anadolu'yu yeniden fethetmek için kalem kuşanmış, sırların sırrına ermiş Anadolu alpereninin vücut bulmuş hâliydin.

İnsanlığın düştüğü yerden kalkması için yeniden dirilişe ve özüne dönmeye ihtiyacı olduğunu düşünürken, "Yeniden Fethetmek Anadolu'yu" başlıklı şiirinle **"yeniden doğuş"**un gerçekleşmesi için yol ve yöntem göstermiştin:

“Yeniden cemre gibi düşmek toprağa, Yeniden haram etmek gece gündüz uykuyu... Yunus Emre gibi atsız pusatsız, Yeniden fethetmek Anadolu'yu. Şehirlerimizde, köylerimizde, Destanlar kadar sıcak, bayraklar kadar aziz... Anamızın sütü kadar helal ve temiz, Yeniden güzel Türkçemiz.”

Hun türküsüyle, Selçuklu yüreğiyle yeniden Türklüğe eğilerek gece-gündüz uyumadan çalışmak ve Anadolu'yu fethetmek gerektiği düşüncesindeydin:

“Ben, Altay dağlarından koparak geldim, Yüreğimde Türkistan'dan binbir nakış var. Çok şükür aslım da, neslim de belli, Türk'üm, Müslüman'ım o dağlar kadar.”

Seni okurken merhum Ahmet Arvasi Üstad gelirdi aklıma. Onun gibi Anadolu meftunu, onun gibi İslam'a sevdalı, onun gibi cengâver... Şimdi merhum Abdurrahman Kızılay'ın havalandırdığı Kerkük türküleri gibi hüznü ve dirayeti aynı anda yaşayan ve yaşatan kim kaldı ki?

“Kerkük’te vurdular beni. Geçti sokaklardan bir kızıl ordu. İslâm’ı ve Türk’ü vuruyordu kurşunlar, Peygamber kabrinde ağlıyordu.”

Anandan duyduğun Azeri türkülerini beynine nakşetmiştin. Azerbaycan, senin bin yıllık karasevdanın ilahisi ve ülkün olmuştu. Gözlerin, Azerbaycan topraklarını gören birisini aradı. Kızının isminde, annenin gözyaşında, üç renkli bayraklarda...

“Bir gün biterse her şey Karabağ’ı görmeden, İstemem bandolar, büyük çelenkler... Üstüme okunmuş birkaç avuç mübarek, Karabağ toprağından serpilse yeter.”

Anadolu insanının ve aydınının ötekileşme sürecine hep ayak diredin:

“Kılığın kıyafetin sarmadı beni, Söylediğin türküler bizim türkümüz değil. Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını, Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden. Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş, İnsanlar, selamını esirgemeden, Savuş git içimizden.”

Bu şiirler, dizeler hep kitaplarda kaldı. Yüreğimizde yaktığın sevda ateşi hep bir rüzgâr bekliyor. Yavuz Bülent Bâkiler Ağabeyimizin vefat haberi, boğazımızda düğümlenen acıyı diriltti. Dile kolay, bundan tam kırk sene önceye dayanır tanışıklığımız...

**Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi'**nde öğrenciyim, kültür edebiyat kolu başkanıyım. Mehmet Âkif Günü yapacağız. Allah sağlıklı uzun ömür versin, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli yetişti imdadımıza. Mehmet Âkif Kültür ve Sanat Vakfı'nın elindeki arşiv belgelerini sıkı sıkı tembih ederek bana verdi. İyi de sergi tamam da kim konuşma yapacak? Hemen çözüm buldu Mehmet Cemal Çiftçigüzeli: Yavuz Bülent Bâkiler'i getirecektik.

Kaytan bıyıkları, mütebessim edası, Davudi sesiyle okul bahçesine giren otomobilden karşıladım O'nu. Eline sarıldım. "Estağfurullah," dedi. Bir defa daha sarıldım, yine "Estağfurullah," dedi. Üçüncüye yeltendim ki baktı, ısrarım devam edecek, zoraki elini öptüm. Yanağıma bir ağabey busesi kondurdu. Baktı ki titriyorum, "Koluma gir, götür beni," dedi. Salona götürdüm. Bir takdim konuşması yaptım. Konuşmasının başında, benim yaptığım takdim konuşmasından hareketle İmam Hatipleri övdü, Mehmet Âkif'i anlattı. Dizelerine sığınarak mefkûresini, istikametini bir bir sıraladı. Yol O'nun, varlık O'nundu; yürüme işi bize kalmıştı. Muhteşem bir toplantı yaptık, çok mutlu olmuştu. Uğurlarken yine eğildim. Bu kez elini direnmeden verdi. "Yine görüşeceğiz," dedi. Görüşmesi de... Kimi konferansta, kimi panelde, yolumuz İstanbul'a düştüğünde ancak kavuşabildik. Bir insan, aradan geçen yıllara rağmen enerjisi hiç tükenmeden, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan bir sevda Süleymanı'nın peşine nasıl takılırdı, ben onu Yavuz Bülent Bâkiler'den gördüm.

Yıllar sonra bir toplantıda, merhum Başbuğ Alparslan Türkeş vefat etmiş, merhum Muhsin Yazıcıoğlu şehit edilmiş, Türk-İslam davasının meşale neferleri savrulmuş bir ortamda Yavuz Bülent Bâkiler'in en büyük hayalini duymuştum: Milliyetçi Hareket Partisi ile Büyük Birlik Partisi muhakkak birleşmeli, diyordu. Bayrak ne düşmeli ne de yerde kalmalı. Kendisine yapılan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanlığı teklifini, yaşlılığı, sağlığı ve kendisini siyasetin mağluplarından sayması nedeniyle geri çevirmişti. 12 Aralık 2009 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yazdığı köşesine taşıdı. Şöyle diyordu Yavuz Bülent Bâkiler:

“Eğer vasıflarım müsait olsaydı da, beni BBP Genel Başkanlık mevkiine getirselerdi, yapacağım ilk iş, teşkilatıma günlerce dil dökerek MHP'ye katılmak için çırpınmak olurdu. Kendim, bu birleşmenin dışında kalırdım. Genel İdare Kurulu'ndaki arkadaşlarıma da aynı tavsiyede bulunurdum. Sonra Devlet Bahçeli'ye derdim ki: ‘Bizlerden başka kimlerin yeni MHP'de bulunmasını istemiyorsanız lütfen söyleyin. Onları da bu birleşmenin dışında tutalım. Çünkü bu birleşmeden sizin en küçük bir şüphe duymanızı, rahatsız olmanızı istemiyoruz!’ Devlet Bahçeli ve çevresi, sanıyorum ki bu teklifimize itiraz etmezdi. Şimdi bana göre, en büyük fedakârlık BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu'ya ve yakın arkadaşlarına düşüyor. Kendileri için büyük bir fedakârlıkta bulunarak, yani kendileri bir tarafa çekilerek bu birleşmeyi sağlamalıdırlar. Hatta Devlet Bahçeli'ye, önümüzdeki milletvekili seçimlerine de katiyen katılmayacaklarına dair teminat vermelidirler. Bu çok önemli. Çünkü Devlet Bahçeli, MHP içinde, hiç kimsenin Genel Başkanlık için en küçük bir düşünceye kapılmasını katiyen istemiyor. Böyle kişilerin, partiye üye olarak yazılmalarına bile karşı çıkıyor. Türkiye olarak çok zor günlerden geçiyoruz. MHP, bir tek oy bile kaybetmeden, daha güçlü bir ekiple Meclisimizde olmalıdır. Mehmetçiklerimizin vatan için şehit düştükleri şu günlerde, siyasilerimizin fedakârlıklarına da şiddetle ihtiyacımız var! Devlet Bahçeli'den ve Yalçın Topçu'dan fedakârlık beklemek, milletimizin, devletimizin bugünü ve yarını için elzem ötesi elzemdir.”

Devlet Bahçeli'ye heyet gitti. Yavuz Bülent Bâkiler'in vasiyet sözleri aktarıldı. Bu birleşmenin neden elzem olduğu teker teker dile getirildi. Bahçeli derin derin düşünmeye başladı. Taktir edip konuşmacıya teşekkür etti. Sonra "Ne içersiniz?" diye soru yöneltti. Bu konuyla ilgili tek bir kelime bile söylemedi.

Son günlerini hastanede geçirdi. Hatırlayabildiği kadar dostlarını hatırladı. Hatırlamadıklarını yine mütebessim edasıyla yolcu etti. Hem Yavuz, hem Bülent hem de Türk-İslam davasının Baki’si olarak Hakk’a yürüdü. Mezarına, yolunun yolcusu olduğu İslam davasının merkezi Mekke’nin ve sevdalısı olduğu Karabağ’ın toprağının serpilmesini istedi.

Keşke Karabağ’ın dağlarında şanlı sancağın dalgalandığını gözleriyle görebilse, bir dağ başına oturup birkaç dize yazabilseydi.

Rabb'im rahmeti üzerine olsun sevgili ağabeyim. Bizden yana, haddimiz olmayarak hakkımız helal olsun... Biz seni iyi bilirdik. Hazreti Nur-i Mustafa şefaatçin, melekler yoldaşın, bu vatan uğruna can veren şehitlerimiz komşun olsun.

Yazarın Diğer Yazıları