Soner Yalçın'dan Sol Çıkışı: Pembe Köşk'teki Gizli Namazdan Anadolu Vicdanına
Fehmi Çalmuk
Gazeteci-yazar Soner kaleme aldığı “Solcular-Sessizliğe Söz Düşenler" kitabı üzerine yazdım bugün…
Yalçın, Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Cahit Zarifoğlu için şöyle diyor: "Evet, solcu onlar. Emperyalizme, neoliberalizme karşı dikler. Ezber bozmak gerekiyor."
Ve ekliyor Soner Yalçın:
"Elinizdeki kitapta anlatılan solcu aydınların hiçbiri siyasi ideallerini hayata geçiremedi. Ancak bir düşüncenin gerçekleşmemiş oluşu, o fikrin yanlışlığının kanıtı değildir; bu sadece bir gecikme. Zamanla, gerçekleştirilmeyen düşünceler, eylemler mutlak yeniden hayata döner. Bu kitap insanı kazanmak, zamanın dönüştürüşünü hızlandırmak amacıyla kaleme alındı. Bir neslin yazgısı gelecek kuşakların yazgısı olmasın, dün ile köprü kurulsun istedim. İradesi zayıflatılan, boyun eğen insana cesaret duygusu, mücadele ruhu aşılanmalı ve çeliğe su verilmeli. Korkusuz olmak öğrenilir; cesaret doğuştan gelmez. Siyasal düşüncenin, solculuğun öyküsünü bizim aydınlar üzerinden yazmak istedim: Haklılığın inadını sürdüren, sarsılmaz dürüst düşün insanlarını tanıtmak istedim. Hayatlarına yıldırımlar düşürülmesine rağmen hakikati savunan, kurulu düzene itaatsizleri tanıyın istedim. İşkencenin tüm aletleriyle acı çektirilmelerine rağmen zalime tahammül göstermeyen, kulluk etmeyen, teslim olmayan, savrulmayan aydınları bilin istedim. Umutsuzluğu kimlik yapmayan, yalnız kalma pahasına haksızlığa karşı inatçı mücadelelerini öğrenin istedim."
Soner Yalçın’ın yeniden depreşen sol iktidar umudunu okuyunca, Graham Fuller’in 2012’de verdiği röportaj aklıma geldi. Fuller ne diyordu:
"Türkiye, Müslüman Kardeşler ve Arap dünyasından bahsettiğimde de bunu geniş bir perspektifte görüyorum. Türkiye’nin bu alandaki başarısından bahsettiğimde ise Türkiye’nin kesinlikle daha İslami olmasını, Türkiye’de daha çok İslamcı parti olmasını, İslam’ı politikaya daha çok katmasını önermiyorum. Müslüman ve İslami hareketler tüm İslam dünyasında çok güçlü. Toplumlara ciddi problemler oluşturuyorlar. Türkiye bu har
Sol’a ihtiyaç varken son iki seçimdir CHP’nin başa güreşmesi, yerel seçimlerden birinci çıkması yıllar sonra gerçekleşti. Soner ve Fuller gibi, umudunu CHP’ye değil, Sol’a bağlıyor.
Soner’in kitabında, bu idealler uğruna mücadele verdiğini söyleyen, içinde ANAP’tan devşirme Ekrem İmamoğlu’nu, MHP’den devşirme Mansur Yavaş’ı göremezsiniz. Veya Gladyo’nun Türkiye ayağı gibi mücadeleden CHP adına ahkâm kesen CHP’lileri göremezsiniz.
Soner’in kıstası açık ve net: Emperyalizme, neoliberalizme karşı dikler. Yani CHP’nin yönetimini kastetmiyor.
Molla Sadık’ın Mirası ve CHP ile Mesafe
Buradan bakmak gerekiyor. CHP’li olamam. Dedem Molla Sadık’ın kemikleri sızlar. Azgın CHP’lilerin din, diyanet ve dindara; daha önemlisi de İslam’a yönelik en bariz işkencesini yaşadı. Sungurlu’nun Büyük İncesu köyünde mollalık yaparken, çocuklara Kur’an öğretirken; arasında Kur’an-ı Kerim’in de bulunduğu yüzlerce yazma eserin yakılmasına, jandarma dipçikleriyle, sopayla dövülmesine mi yansın? Zaten bu olaydan sonra medresesi kapanmış, zorunlu göçe tabi tutulmuş, kırk gün sonra rahmet-i rahmana kavuşmuştu. Ben bu yüzden jakoben dine mesafeli değil, dinin yanındayım.
Soner Yalçın "Sol" diye bu CHP’yi anlatmıyor. Ayağı Anadolu topraklarına basmayan sözde solcuları da anlatmıyor. İdris Küçükömer’i, Kemal Tahir’i biliriz, severiz, önemseriz. CHP’de siyaset yapan bu inançta olanları hak ve hakikat yolunda soylu ve asil bulurum.
İnönü'nün Kemalizmi Tasfiye Girişimi
TBMM eski Başkanı İsmail Kahraman’ın sola ne kadar mesafeli olduğunu bütün herkes bilir ancak İsmet Paşa’yı (İnönü) ayrı bir yere koyar. Türkiye Yazarlar Birliği’nin eski yönetim kurulu üyesi yazar M. Çetin Baydar "CHP ve Anadolu Solu" kitabına şöyle katkı sağlamıştı:
"İsmet İnönü ile başlayan dönem, yeniden Kuvâ-yı Milliye vicdanına dönüşe bir başlangıç olarak alınabilir. Cumhuriyet Halk Partisi'’nin sivilleşmesi, yani normalizasyonu de bu dönemde başlayacaktır. İsmet İnönü tarafından başlatılan Kemalizmi tasfiye programının en dikkat çeken yönü, İzmir Suikasti ile berhava edilmiş İttihatçı zeminini okşayan politikaları öngörmesi, Mustafa Kemal’in on beş yıl boyunca dayandığı siyasi kadroları dışlamaya başlamasıdır. Sözü edilen kadroların bir numara ismi olduğu hâlde İnönü, Kâzım Karabekir başta olmak üzere Kemalizm karşısında vaziyet almış ne kadar Kuvâ-yı Milliyeci varsa onlardan istekli olanların siyasete dönmesini sağlamış, özellikle 1946’dan sonra CHP içinde muhafazakâr bir güç hâline gelip gelecekte DP’nin sivilleşme programlarına esas teşkil edecek icraatları (İmam Hatipler vb.) bizzat CHP içinde başlatmıştır. Bu siyasal vicdandır ki, silahın sandığa egemenliği döneminden, sandığın silaha egemen olduğu döneme geçişi sağlayacaktır. İndoktrine olmayan, evrensel nitelikli sol arayışın CHP zeminlerine intikali de bu dönemin ürünüdür.
— CHP’nin halkçı vicdanı Anadolu toprağı ile organik bağı bulunmayan Kemalizm tecrübesinin yıkıcı sonuçları görüldükten sonra, özellikle çok partili hayatta teşekküle başlamıştır. Bizim CHP solculuğu bir vicdan meselesidir deyişimiz işte bu sebepledir. Nitekim, bu vicdani sızı dolayısıyla ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşme politikaları karşısında, beklenen millî hassasiyetleri gösteremeyen DP edilgenliğine karşı İsmet İnönü öncülüğünde temellendirilmeye çalışılan anti-emperyalist tezler, yeni bir kuvâcı çıkış olarak belirecektir. Bu milliyetçi intibaha paralel olarak İnönü’nün CHP’nin Silahlı Siyaset Yolunu terk edeceği işaretini verdiği 18 Nisan 1960 tarihli Meclis konuşması, bu partinin sivilleşme yolundaki siyasi metamorfozunu haber verir."
Öfke esen, fırtına biçen Kemalizm’e karşı İnönü’nün iki anısı bile bu duruşu ortaya koymaz mı?
Atatürk’ün Gözyaşları ve İnönü’nün Çifte Standardı
Avukat Mustafa Aydın’ı yakın zaman önce kaybettik. Cumhuriyet döneminin en önemli hukukçularından. Millet Partisi, Köylü Partisi, Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Köylü Partisi gibi oluşumların hep içinde bulunmuş, sağın entelektüel fikir adamlarından biri. Onunla yapılmış bir röportajdan bir bölüm okuyalım:
Mustafa Aydın: "İnkılâplara gelince Atatürk’ün haklı olduğu noktalar vardı. Bizi kurtardı bu inkılapları yaptı. Ancak kendisinin sık sık 'ben bunlara oturtmak için katılık yaptım. Yapılan bu katılığı hafifletmek lazım gelir, ancak bunu ben yapamam, benden sonra gelenler yapmalı' diyordu."
Soru: Peki bu yumuşama gerçekleşti mi Atatürk’ten sonra?
Mustafa Aydın: "Hiç sorma, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü geldi. Yumuşatma ne demek, devlet daha katı tutum takındı. İsmet İnönü bu ülkede milletin çocuklarını dinî açıdan cahil bıraktı. Kendi çocuklarına köşkte özel hocalar vasıtasıyla din dersleri aldırdı. İsmet Paşa kendi aile hayatındaki dindarlığı milletin çocuklarına çok gördü. O’nun çocukları Kur’an okumayı öğrendi, milletin çocuğu öğrenemedi. Çok baskı kurdular. Aklıma gelmişken, bu anekdotu üzerimde vebal kalmaması açısından paylaşmalıyım. Karaköy Yeraltı Camii’nin İmamı Hacı Ali Efendi (sakallıydı) beni her hafta Atatürk Ankara’ya davet eder, Kur’an okutur ve dinlerken ağlardı diye bana anlattı." (Avukat Mustafa Aydın ile röportaj, Hukuk dergisi 8. Sayısı, 27 Temmuz 2012)
Aydın, tekraren, "İsmet İnönü bu ülkede milletin çocuklarını dinî açıdan cahil bıraktı. Kendi çocuklarına köşkte özel hocalar vasıtasıyla din dersleri aldırdı. İsmet Paşa kendi aile hayatındaki dindarlığı milletin çocuklarına çok gördü. O’nun çocukları Kur’an okumayı öğrendi, milletin çocuğu öğrenemedi. Çok baskı kurdular," diyordu.
Pembe Köşk’teki Gizli Dindarlık ve Hafız Polisler
Peki, Pembe Köşk’te neler olmuştu? Bir zamanlar İnönü Vakfı’nın bir toplantısının kapanış konuşmasını yapacakken aniden ortadan kaybolan Özden Toker için Metin Toker şunu söylemişti: "Özden Hanım iyi bir Müslümandır. Hem orucunu açmaya hem de namaz kılmaya gitmiştir. Konuşmayı ben yapacağım."
Her yıl İnönü’nün vefatı dolayısıyla Pembe Köşk’te hafızlar, mevlithanlar Kur’an okur, mevlit okur. Helva dağıtılır. Din dersini alanlardan biri Özden İnönü’dür. Ailenin üzerinde büyük etkisi olan Cevriye Hanım’ın torunlarına din dersi aldırdığı biliniyor. Özden Hanım ile birlikte din dersi alan biri daha var: Zonguldak Milletvekili, Atatürk’ün silah arkadaşı Rıfat Vardar’ın kızı Ayten Vardar. Türkiye’nin gizli hafızalarından biri olan merhum Cemal Aygen’in eşi, usta gazeteci Emre Aygen’in annesi yani. Bu yazıyı yazarken 90 yaşına bastığını öğrendim. Rabbim sağlık afiyet versin. "Devrimin Üç Kadını, Elveda Rumeli" kitaplarının yazarı Ayten Hanımefendi’nin anlattığına göre, ilk din dersini İstanbul Sıraserviler Ağa Camii imamı Efendi Baba’dan alıyor. Ankara’da ise din dersini Kâzım Özalp’in çocuklarına da din dersi veren Köprülülü Muhsin Efendi’den alıyorlar. Aldıkları dersler Kur’an-ı Kerim ve ilmihal dersleri. Ders bitiminde yapılan imtihanda kazanan Özden Hanımefendi oluyor.
Peki Ömer ve Erdal İnönü din dersi almıyorlar mı? Onların derslerine girenler ise Pembe Köşk’te görev yapan personel. Öylesine sıradan insanlar değiller. İlk olarak göze çarpan Âşık Mustafa Dede: Nakşî, Halvetî ve Kâdirî Dervişi. Beşiktaş’ta bulunan Yahya Efendi Dergâhı’nın son postnişini Abdülhay Efendi’nin dervişi. Mehmet Emin Tokadî Türbesi’nin türbedarı. Pembe Köşk’ün seyisi. Erdal İnönü, Üsküdar’daki evinin müdavimlerinden. Gecekonduya gider, sohbet eder, dua alırdı. Bunun şahitlerinden biri merhum Dr. Emin Acar ile Yüksek İnşaat Mühendisi Mehmet Arslan.
Âşık Mustafa Dede aslen bir devlet görevlisi. Bir bakıma ak saçlılardan. Ak sakallı. Emin Acar’a göre ise âlâ devletin bir üyesi. Kars’ta bulunan Evliya Camii ve Ebul Hasan Harakânî Türbesi’nin restorasyon işinin parasını kuruşuna kadar toplayabilecek kadar da çevresi güçlü bir zat.
Tabii ki işler bununla sınırlı değil. İsmet Paşa’nın annesi Cevriye Temelli, Pembe Köşk’te görev yapacak polislerin Hafız olmasını şart koşunca, Türkiye çapında hafız polis aranıyor. Emin Eima ve Emin Canan isimli polisler bulunuyor. Polislerden birinin hikâyesi de oldukça ilginç. Konya’da imam olarak görev yapan Emin Canan, maddi sıkıntılar yüzünden polis olmaya karar veriyor. Onun İstanbul’da görev yeri ise Karaköy’deki genelev. Yıllarca ağlıyor, dua ediyor. Cevriye Hanım hikâyeyi duyunca kapıdaki polislerin çoraplarını kendi elleriyle örerek hediye ediyor. Pembe Köşk’ün bir çöp toplayıcısı var ki, birçok kişinin deli dediği yağverin oğlu Ali, Cevriye Hanım’ın deyimiyle "Tam bir Allah dostu."
Anadolu'nun Sol'a Mesafesinin Nedeni
Anadolu topraklarının evlatları "sol" deyince titrer, öksürür, bazen estağfirullah çeker. Bunun nedeni "Emperyalizme, neoliberalizme karşı dik" oluşlarında değil, "Sol kelimesinin ardına saklanıp millete, inancına, müteşebbisliğine karşı hücum etmelerindendir."
Malatya’nın efsane başkanlarından Ali Evren’in, bir röportaj yaptıktan sonra ekibi yemeğe götürürken aracı kullanan kameramana şu sözleri karşısında bu direnci daha iyi anlamıştım:
"Evladım sağın karşısına döneceğiz."
Sol bile demedi. Diyemedi. Demek istemedi. Sağın karşısında olan sol; hatıralarıyla, yaptıklarıyla hafızalara kazınan zulümleri çağrıştırıyordu O’na göre.
Bizler; dedelerimizin, babalarımızın hikâyeleriyle büyüdük. Kulaklarımızda hep onlar vardı. Hâlen de var. Onların kavgaları, kaygıları aradan yıllar da geçse de bizim için de geçerli. Çok partili siyasi hayata geçişimiz bir bakıma "Kuvâ-yı Milliye" safında beraber olmuş insanların ayrı saflarda durmasını beraberinde getirdi. Baba-oğul, akraba, eş-dost artık iki ayrı parti levhasının altında birbirlerine karşı taraf olmanın, taraf kalmanın kutsallığına inandılar.
Malum hikâyedir:
Dede oturduğu koltuktan torununa seslenir:
"Oğlum; ezan hangi camide okunuyor?" "CHP’lilerin camisinden, dede!"
Dede istifini bozmaz, gazetesini okumaya devam eder. Aradan bir dakika geçmeden yine bir ezan sesi...
"Oğlum; ezan hangi camiden okunuyor?" "Dede bizim camiden..."
"Aziz Allah" diyerek toparlanır dede ve caminin yolunu tutar.
Kıbleleri aynı olsa da tuttukları partilerin farkı onların böyle davranmasını gündeme getirir. İki parti de kutsalları uğruna amansız bir mücadele içine girerler. Bu mücadelede kan akar, gözyaşı dökülür, ocaklar söner, fabrikaların bacaları dumansız kalır... Ülkenin nefesi kesilir.
Deniz Baykal’ın "Edebali" Açılımı
Yukarıdaki satırları 2002 yılında yayınlanan “CHP ve Anadolu Solu” kitabında konu etmiştim. Bu dönemin önemi, 1980 sonrası ikinci kez CHP Genel Başkanlığına gelen Deniz Baykal’ın: "Doğu kültüründe de çok önemlidir. Dervişler çile çekmek için kapanırlar. Çile çekmeden derviş olunmaz. İç muhasebesi yapmak gerekir. Bu dönemde kendi köklerimiz konusunda daha sistematik düşünme fırsatı buldum. Yunus, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli… Bu köklerin derinine indim," demesidir. Baykal genel başkan olur olmaz, ayağının tozuyla verdiği ilk mesaj, toplumsal olarak iki kutbun diyaloğuydu. İmam Hatipli gençle, diskotekteki genci buluşturmayı, kucaklaştırmayı vaat ediyordu. Daha önceki genel başkanlığında gittiği Bosna’da kadınlara yaşmak hediye ediyor, "Yaşmak, temizliğin simgesidir" diyordu.
Baykal, Edebali açılımıyla, 13. yüzyılda Anadolu’da yaşanan aydınlanmanın Avrupa’ya dolayısıyla Sosyal Demokrasiye örnek olduğunu belirtiyordu:
"Ben bunu düşünürken, bir yerlerden anımsadığımı anladım ve Anadolu tarihinde bunu gördüm. Daha Avrupa'da, içine cin girmiş diye insanların boğazlandığı karanlık dönem yaşanırken, 13. yüzyılda Anadolu'da insan kavramı öne çıkmıştır ve bu bence ilericiliktir. Şeyh Bedrettin, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Şeyh Edebali insanı öne çıkarmışlardır. Şimdi biz bunları niye sağcılara bırakalım? Bence Türkiye'de yanlış kişiler sahipleniyor bunları. Biz niye onlara bırakalım?"
Kimsenin Allah inancını tartacak, ölçecek, eleştirecek değiliz. Allah’a sığınırım. Ancak Rabbim şahit; dinî açıdan bakıldığında CHP’nin geldiği noktadan, gördüğüm tablodan ümitvarım. CHP açısından bu ilk değil. Bu durum aksiyon içermese de fikrî bakımdan 2002 seçimlerine giderken Deniz Baykal Bey’in "Edebali" açılımına benziyor. Hatta katıldığım bir televizyon programında sayın Baykal’ın 30 Ramazan oruç tuttuğunu, muhterem eşleri Olcay Hanım’a "
İslami Sol ve CHP-MSP Koalisyonu
Nurettin Topçu’nun "İslam sosyalizmi" şimdilerde yerini "Yeni yol, İslami sol" deyimine bıraksa da, Türkiye’de bu birlikteliğin siyasi temelleri 1974 yılındaki TBMM'den 1 Ocak 1974'te güvenoyu alan CHP-MSP hükümeti koalisyonu ile atıldı. Güven oylamasında MSP'nin Bursa Milletvekili Emir Acar hükümete "ret" oyu veriyordu. Parti içinde beliren muhaliflerin CHP ile koalisyon kurma konusundaki görüşleri ise oldukça ilginçti: "Şeytandan şefaat bekler gibi CHP ile koalisyon yapılmaz. Adeta kalbimize hançer sokar gibi evet diyeceğiz!" Muhalifler evet dediler ama bundan iki yıl sonra Erbakan’a verdikleri muhtırada, MSP’nin CHP ile koalisyonunu yerden yere vurdular, sağ partiler ile neden birlikte olmadıklarını sordular. MSP’lilere söylenen "Yeşil komünistler" sloganı bu dönemin en meşhur sloganıdır. Sağın bu tavrına karşı geliştir
Zaten Erbakan’ın TOBB başkanlığından başlayarak kurduğu partilerde ve başlattığı Ağır Sanayi hamlesinde öngördüğü kalkınma modelinin Anadolu’ya, Anadolu’nun birikimine dayanması, onun **"Anadolucu Kalkınmacı modeli"**nin temelidir. Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Prof. Remzi Oğuz Arık’a borçludur. Onlar solun yapamadığı **"Anadolu merkezli toplumsal kalkınmacı"**ydı. Bağımsız Türkiye’nin yolunun bundan geçtiğini söyledi. Erbakan Hoca’nın Ağır Sanayi hamlesi de bu merkeze dayanır.
Merhum Erdal İnönü’nün 1994 yerel seçimlerinde "Sağ mı geliyor, hadi sen de" diye yaptırdığı seçim afişlerinden bu yana köprünün altından çok sular aktı. Biz buradan "Sol mu geliyor, hadi oradan sen de!" diyeceğiz, aması var…
Rabbim akıbetimizi hayretsin…