Fehmi Çalmuk

Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler

Fehmi Çalmuk

Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Erdoğan ve Ümmet Açılımı: Yeni Bir Dönem mi?

Şimdi durup dururken bu konuları neden gündeme geldiği akıllarda bir soru işareti oluşturabilir. Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, özellikle "Terörsüz Türkiye" projesinin takdimi sırasında yaptığı "ümmet açılımı", Ümmetin Lideri olarak Erdoğan'ın birçok tasavvuf, tarikat çevrelerine ve dini cemaatlerine yönelik bir görev emri hatırlatmasıdır. Görev emri elbette ki Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yalnızca şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilmez. Erdoğan’ın üstlendiği  Ümmetin Liderliği”nin kuşatıcılığı ile yapılan görev emri bu inancın içinde yer alan tasavvufi hareketlere Tarikat çevrelerine ve İslami cemaatlere yöneliktir.

Devlet aklının esas alındığı Terörsüz Türkiye Projesi siyonizmin Arz-ı Mev’ud projesi karşısında Türkiye'nin savunma hattını oluşturması hedefi ile iç cephe olduğu kadar dış cephe tahkimatıdır. Türk Kürt ve Arap kardeşliğini Ümmet potası altında eriterek kamuoyu önünde verilen görev emri tasavvufi hareketlerin tarikatların ve İslami cemaatlerin en önemli imtihanıdır. Bu projeye destek sözde değil özde olmalı ve ümmetin liderinin arkasında saf saf hizaya geçilmelidir. Aksi takdirde bu sürece bigane kalan, konuyu savuşturan, her türlü imkanın nimetini yiyip de külfetini çekmeye işi elin ucuyla tutanlara karşı Erdoğan'ın gazabından, devletin hesabından korkulması gereklidir.

Türkiye'de Siyasi İslam ve Tasavvuf Geleneğinin DönüşümüDevletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Türkiye'nin siyasi İslami hareketi, Cumhuriyet döneminin tek parti iktidarı altındaki zorlu koşullarda tasavvuf ve ilim dünyasının derin ve kuşatıcı bir birikiminden doğmuştur. Bu hareketin şekillenmesinde, Anadolu ve kalkınmacı toplumcul Milliyetçiliğin öncüleri Prof. Dr.  Mümtaz Turhan Prof. Dr. Oğuz Remzi Arık  ile tasavvuf önderlerinin ve geleneksel İslami yapıların rolü belirleyicidir.Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Erbakan ve Siyasete Giriş Süreci

Merhum Başbakan Necmettin Erbakan'ın siyasi arenaya girişi, basit bir tercih olmaktan öte, milli olduğu kadar manevi sorumluluklarının bir gereği olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin millileşerek sanayileşme ve kalkınmasında ilk ödevlerini ifa eden Erbakan'ın, 1969 yılına kadar aktif siyasette yer almaması, özellikle Mehmet Zahid Kotku başta olmak üzere tasavvuf büyüklerinin iznine bağlıydı. Adalet Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi gibi oluşumlar kurulurken bile Erbakan'a olan ihtiyaç, 1969 yılından çok daha fazlaydı. Ancak o dönemde, Nurcu hareketinin 1965 sonrası başlayan iç bölünmeleri ve bu bölünmelerin farklı siyasal zeminlerde temsil edilmesi, İslami siyasi hareket konusunda yeni bir siyasi parti ihtiyacını ortaya çıkarmıştı. Çıkacak hareketin "yerli ve milli" olması, dış veya iç hiçbir gücün emrinde hareket etmemesi, Türkiye'nin geleceği açısından olmazsa olmaz bir şart olarak görülüyordu.

Milli Nizam Partisi ve Tasavvuf Çevrelerinin Desteği

Bu itibarla, merhum Alparslan Türkeş'in CMKP'de siyaset yapmasını dört gözle beklediği Necmettin Erbakan'ın siyasete girmemesi üzüntüyle karşılanmıştı. Önce "Anadolu Partisi" ismi altında başlayan partileşme süreci, daha sonra Adalet Partisi içindeki milliyetçi mukaddesatçı  kesimlerin daveti üzerine oraya yönelmişti. Erbakan'ın adaylığının veto edilmesi, bu kesimler için yeni dönemin işaret fişeği olacaktı. Çünkü hesap ettikleri bir süreç olacaktı. Hızla yöneldikleri siyasi İslami hareket, Nurcuların partileşme sürecini bir anlamda bloke etmişti. Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'ne girişi, sadece bir tasavvuf çevresinin (İskenderpaşa) izni ve onayıyla gerçekleşmedi. O dönemde var olan ve önde gelen bütün tasavvuf çevreleri, Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'nin genel başkanı olması noktasında desteklerini beyan etmişlerdir. Türkiye'nin   milliyetçi ve mukaddesatçı kesimleri ile birlikte aralarında Necip Fazıl Kısakürek ve Eşref Edip gibi isimlerin bulunduğu  kalem erbabının, bu süreçteki destekleri çok önemlidir. Zira 135 kişilik istişare heyeti, herkesin rızası alınarak 35 kişiye indirilmiş ve yapılan oylamada Milli Nizam Partisi'nin genel başkanlığına 34 oyla Necmettin Erbakan seçilmiştir. (Necmettin Erbakan'ın kendisine oy vermediğini daha sonra özel sohbetlerde gündeme getirdiği bilinmektedir.)Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Özal Dönemi ve Cemaatlerin Etkisi

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal da Erbakan gibi aynı dergahta yetişmiş, aynı dergahın öngörülerini bürokrat olarak aldığı vazifelerde yerine getirmeye gayret etmiştir. Korkut Özal'ın bitmek bilmeyen Türkiye'deki İslami hareketin liderliğine gelme isteği, Mehmet Zahid Kotku vefatı ve Esat Coşan Hoca Efendilerin Avustralya'da bir suikast sonucu öldürülmesinden sonra daha da yoğunlaşmıştır. Nitekim Cemalettin Kaplan'ın Almanya'da Milli Görüş başta olmak üzere Erbakan'a karşı isyan etmesi, daha sonra merhum Esat Coşan'ın bavullarla gelen paralardan bahsederek Erbakan'a isyan bayrağını açması, Korkut Özal'ın hep bu stratejiyle örgütlediği eylemlerden bazılarıdır.

Günümüzdeki Tehlikeler ve Devlet Güvenliği

Bugünün talihsizliği şudur ki, dün bir müntesip olarak bir cemaatin içinde ahiret imtihanını kazanmaya gayret eden kişilerin bugün devlet bürokrasisinde bambaşka bir gayeyle mücadele etmelerine yönelik gözlemler ve tespitler  yabana atılacak bir sorun değildir. 

Bugün birçok bakanlığın, kurumların kuruluşların değişik tasavvuf çevrelerinin yoğunlaştırılmış bürokratları tarafından yönetilmesi, Türkiye'nin bir kültürel zenginliği olarak kabul edilmesiyle birlikte, devletin milli güvenliğini tehlikeye sokacak bir noktaya da gelmektedir. 

Bu mücadele, 15 Temmuz sonrası daha yoğun olarak artmıştır. Çünkü önlerinde bir model var, rol modelin oluşturduğu bir vakum hareketi var. Bu vakum hareketinin Türkiye'nin ekonomik düzeninden tutun da siyasi düzenine kadar dizayn etme gücü var ki, en tehlikeli nokta, 15 Temmuz sonrası FETÖ terör örgütünün boşalttığı bu zeminlerin çeşitli tasavvufi hareketler, tarikatlar ve dini cemaatler tarafından doldurulmasıdır. Devletin FETÖ ile mücadelesinde katkısı olan veya katkısı olması düşünülen dini yapıların Cumhuriyet’i koruma  ve kollama yanında Ehli Sünnet geleneğine karşı geliştirilen 15 Temmuz işgal girişimiyle Müslümanları ehli sünnet karşıtlığı karşısında müdafaa etmesidir. 

Ancak burada altının çizilmesi gereken önemli hususlar vardır. Elli yıl önceki tasavvuf geleneğinin hassasiyetleri, devlet ihalelerinden tutun da bürokrasisine kadar talepleri olmadığı gibi, kendilerini kendi yağıyla kavrulur bir hale getirme öngörüsü neredeyse temel şart gibiydi. Milli Selamet Partisi'nin 1974'te CHP ile kurduğu koalisyon hükümeti ve daha sonra kurulan milliyetçi cephe hükümetleri, ister istemez tasavvuf çevrelerinin devlet bürokrasisinde var olan müntesiplerinin idari yönetime gelmelerini sağladı. Bu süreç, ister istemez farklı tasavvufi hareketlerin devlet içinde farklı uygulamalarını gündeme getirdi. Bu dengeyi Erbakan yıllarca korudu ve hiçbir tasavvufi çevrenin diğer bir çevreye tahakkümüne veya egemenliğine izin vermedi. Bir dönem kontrollü olarak izin verilen dini cemaatler ve, tasavvuf geleneğinin “paralel yapı” gibi şekillenmeye çalışmalarına sınır çizme vaktinin geldiği anlaşılmaktadır. 

Bu tespitleri yaparken, Allah'ı şahit tutarım ki Allah dostu, Allah davasının yeminli bir neferi olan tasavvuf dünyasının büyüklerini, ulularını ve müntesiplerini kınamak, kerih görmek gibi bir kastım yoktur ve olamaz da. 

1997'de merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ANİMDER Genel Başkanı olarak sunduğum Türkiye'nin din eğitimi ve öğretimi raporunun başlığı "Din Eğitimi ve Öğretimi Bir Milli Güvenlik Sorunudur" idi. Türkiye'nin iç cephede tahkimat yapmaya çalıştığı, kırk yılı aşkın bölücü terörle mücadelesini sonlandırmaya çalıştığı bu dönemde, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere bazı bakanlıkların devlet kontrolündeki vakıfların, kurum ve kuruluşların çeşitli tarikat ve tasavvuf çevreleri bakımından etkin isimlerle yönetilmesi, ister istemez aralarındaki bir mücadeleyi ve bağlı bulundukları siyasi zemini yönlendirmeyi gündeme getirmektedir. Hatırlarsanız  Hamamönü Kumpası başlıklı yazım bu tehlikeyi öngörmektedir.  Tekrar söylüyorum Din Eğitimi ve Öğretimini merkeze alarak halka halka büyüyen İslami cemaatler ve tasavvufi hareketlerin  Milli Güvenlik Sorunu değil bilakis Milli Güvenlik Kalkanı olması şarttır.  Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Siyaset-Tarikat İlişkisi ve Diyanet İşleri Başkanlığı

Hatırlanacağı üzere Saadet Partisi'nin eski genel başkanı cumhurbaşkanımızla bir görüşme yapmış, görüşmeden çıkar çıkmaz görüşme ile ilgili detayları kamuoyuyla paylaşmış ve Saadet Partisi ile AK Parti arasında tüm köprülerin kopmasına neden olmuştu. Köprüleri yeniden kurma görevi merhum Oğuzhan Asiltürk'e düşmüştü. Orada söylenen önemli sözlerden biri, Türkiye'nin tasavvuf çevrelerinin yeniden Cumhurbaşkanlığına aday olan Erdoğan'ı desteklemek istemedikleri yönündeydi. 

O dönem CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adayı olarak niyetini beyan ettiği ve yaptığı yeni açılımla muhafazakar oyların da peşine düştüğü bir dönemdi. İstanbul'da bir yatta bir tarikat lideriyle yaptığı görüşme, meyvelerini Ekrem İmamoğlu'nun Belediye Başkanı seçilmesiyle verdi. 

Dini ve muhafazakar kesimlerin Cumhuriyet Halk Partisi adayına oy vermeyeceklerine ilişkin bir sokak efsanesinin nasıl yerle bir olduğunu İstanbul ve Ankara'da görmüş olduk. AK Parti ile endekslenmiş olan birçok tarikat ve dini cemaat, bu seçimlerden başlayarak bir alternatif olarak gördüğü CHP'ye yönelmekle birlikte, buralarda kadrolaşabilmeyi ve ekonomik olarak imkan sağlamayı bir tercih, bir stratejik hamle olarak gördü ve görmeye de devam ediyor. 

Yalnız siyaset-tarikat ilişkisi, kontrol edilmesi oldukça güç olan, olduğu kadar ise yönlendirme kabiliyeti giderek zayıflayan bir ilişki durumuna sahiptir.

Hatırlanacağı üzere geçmiş dönemlerde ilginç bir Milli Eğitim Bakanlığı süreci yaşayan Ziya Selçuk'un görevden alınmasının en büyük nedenlerinden biri, tarikatlar başta olmak üzere dini çevrelerin iktidara yaptığı olağanüstü baskı ve tazyikti. Bakanlığı siyasi erkin değil, bu çevrelerin yönetme isteği ve arzusu, yapılacak icraatlara blokaj koyması, ister istemez bakanları, başkanları, genel müdürleri koltukta oturmaya mahkum eder. 

Burada çeşitli bakanlıkları, kurumları ve başkanlıkları sıralayacak değilim. 

Yalnız işin vahim noktası öyle bir hale geldi ki, bir dönemin bakanı bağlı bulunduğu tarikat çevresinde ise, kendisinden önce gelen ve bakanlıkta daha düşük bir kadroda görevli olan bir kişinin her gün sabah odasına gidip "günaydın, merhaba" diyor, akşam odasına uğrayıp "Allahaısmarladık" diyerek bağlılığını bildiriyordu. Devlet yönetiminin bu işlere ne kadar tahammülü olduğu tartışma konusu ama sabrının bir sınırının olduğunu biliyorum.

Merhum Başbakan Necmettin Erbakan Hoca, Yüksek Askeri Şura'da disiplin suçundan dolayı atılan bazı kişilerle ilgili gelen itirazları askeri kadrolara yönelttiğinde kendisine bir film izletilmiş. İzletilen filmde üst rütbeli bir askerin kendisinden daha alt rütbeli bir askere sırf tarikat çevresinde daha üstün olduğu için selam verdiği ve emir beklediği görüntüleri izletilmişti. Erbakan Hoca, "Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşi üzerine kuruludur, askeri hiyerarşi bu düzeni kabul etmez" diyerek altına imza koyduğu kararları savunmuştu. 

Şimdi maksadım bu kadar tartışma ortamına yeni bir tartışma zemini oluşturmak değil. Demem şu ki, devletin varlığını ve milletin bölünmez bütünlüğünü kendine kutsal bir emanet gibi gören, vatanı ve bayrağı önceleyen, ister adına tarikat ister dini cemaat isterseniz adına tasavvufi hareket deyin, bu yapılar hattı müdafaa ve sathı müdafaada oluşturulan koruma duvarlarının birer parçasıdır.

28 Şubat Dönemi ve Özel Harekat Deneyimi

Hiç unutmam, 28 Şubat döneminde İmam Hatiplerin başkanıyım. Merhum cennet mekan Muhsin Yazıcıoğlu ağabeyime gittim. Milli Görüş geleneğinin içinde etkin bir büyüğümüzün oğlu ile ilgili bir sorun nedeniyle bir güvenlik operasyonu yapılması gerekiyor. Güvenlik operasyonunu yapacak Özel Harekat ekiplerine bilgi aktarmam istendi. Devletin Şifrelerinin Gölgeleri Tarikatlar ve İslami Cemaatler ve Seferberlik Görev Emri

Merhum Reis ile onun aracıyla Gölbaşı'nda Özel Harekat Başkanlığı'na gittik. Maşallah, Hz. Hamza gibi pehlivanları, Hz. Ali gibi gözü karaları, Ulubatlı Hasan gibi ölüme koşanları gördük. Kiminin boğazından göğsüne sarkan bakımlı sakalları, kiminin sarıkları, kiminin sarılırken kucaklarken ciğerinden bir parça sunan ali cenaplıkları karşısında kendimden utandım. İmam Hatip Başkanı olarak bir adım geri gittim. Ekip amirlerinden biri namaz kıldırdı, diğeri Kur'an okudu. Farz, sünnet, evvabin derken imamın arkasında bir zikir halkası kurulu verdi. Omuzlar birbirine yapışık, dizler birbirine kenetlenmiş, "La ilahe illallah" zikriyle başladı. Yarım saat sonra sinirsiz et gibi oldum. Şaşkınım, ama bir o kadar mutluyum ki “bu vatanın evlatlarının gözü arkada kalmasın diyorum…” Ezan susmaz, bayrak inmez. Çünkü bu ülkenin özel harekatçılarının bu tavrı beni inanılmaz etkiledi. Reis Muhsin Yazıcıoğlu'nun dizi dibine oturdum. Çaylar geldi. Çay gelirken bir ilahi havalandı gür sesiyle. Herkes gözlerini Muhsin Yazıcıoğlu'na dikmiş, ağzından çıkacak bir kelimeye hasret kalmışlardı. "Selamünaleyküm" dedi. Evvela onlara çok teşekkür etti. Sonra da beni takdim etti. Benim İmam Hatiplerin başkanı olduğumu duyduklarında hem imam olan hem de Kur'an okuyan özel harekatçılar biraz hicap duydular. "Kusura bakmayın, bilmiyorduk" dediler. 

Ben de “Çorum'un Sungurlu kazasının bir evladı olarak boynumu bükerek mahcubiyetimi ifade edebilmek adına "Estağfurullah kurban olduğum, ben sizin gibi içten gönülden okuyamazdım. Biz daha dervişliğin elifbasındayız. Cihat eden bir komutanın arkasında namaza durmak kadar bana gurur ve onur veren bir şey olamaz. Ben Necmettin Erbakan hocamdan böyle öğrendim" deyince özel harekatçıların sevgi yumağı ile karşılaştım. Sonra reis olayı anlattı. Ben bilgi verdim. Ertesi gün öğlen vaktinde operasyonun tamamlandığı, amaca ulaşıldığı, belanın defedildiği, sorunun çözüldüğü belirtildi. 

Onlar can pazarında can satıyorlardı. Tasavvuftan aldıkları terbiye, onların millet, devlet, bayrak, Kur'an aşkına istikametlerini belirliyordu, motivasyonları oydu.

Güç, İmkan ve Gelecek Kaygısı

İstihbarat örgütlerinin “yetkiyi içerden devşirme” metodunu, “düşük profil yüksek erişim” imkanına kurumlar ve kuruluşlar içinde ulaşarak  “Sesiz varlık” gibi hareket eden; gücün, imkanın ve finans kaynağının değiştirdiği anlayışlar, ileride ülkenin bağımsızlığını ve egemenliğini tehlikeye sokacak kadar bir mecraya kadar gider ki, bunu baştan reddetmek vatani ve imani bir görevdir.

Şimdi makamlarda oturan, kimine göre bakancılık, genel müdürcülük ve başkanlık oynayan kimi siyasilerin/bürokratların yapmak istedikleri ve kendilerine yaptırılmak istenen film fırıldak karşısında, kaya gibi  Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çarpmaktadır. Sırf Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'dan korkularından, onun hışmından, onun fırtına esen, boran kesen tavrından emin olmak istedikleri için sığındıkları ve koruma kalkanı oluşturdukları bu çevreler, ister istemez çıkmaz sokağın içine girildiğinin işaretlerini vermektedir. 

Açık ve net söylemek gerekirse, Türkiye'de tarikatlar, dini cemaatler, tasavvuf hareketler devlete idareye, bürokrasiye müdahil değil, dahil, şartsız, koşulsuz, fakatsız “Tabi” olmak zorundalar

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın içinde bile kulağımıza gelen bilgiler öyle bir çıkmaz sokağa işaret etmektedir ki, Rabbim akıbetimizi hayır eylesin. Geçmişte, Tamer Korkmaz'ın deyimiyle FETÖ lideri "Loca Efendi"nin kendisini rüyasında gördüğüne ilişkin bilgi üzerine yapamayacağı, yapmayacağı işleri sıraya koyan Diyanet İşleri Başkanı'nın varlığını çoğumuz bilmekteyiz. Şimdi Terörsüz Türkiye Projesi’nin yanında görüntü vermek için değil gövdesini ortaya koyacak Diyanet İşleri Başkanlığı gerekmektedir. 

Terörsüz Türkiye  Projesi, yalnızca alfabenin “P” harfini yılanın sokmayı bellediği gibi belleyen etnik bölücü  terör örgütüne yönelik değildir. FETÖ, DEAŞ, THKP-C, TİKKO gibi terör örgütlerine de yöneliktir. Zira isimlerini sıralayamadığımız ancak yakın ve açık tehlike olan Siyonizm ve emperyalizmin aparatları olan örgütlere yönelik algı yönetiminden tutun da imar ve ihya hareketi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncülüğünde dini cemaatlerin, tarikatların, tasavvuf hareketlerinin birinci temel görev görevidir. Seferberlik görev emri  Ümmetin Lideri Erdoğan tarafından verilmiştir. Teker teker vaazlarınızda, radyolarınızda, televizyonlarınızda, internet sitelerinde, yayın organlarında kamuoyuyla  paylaşılması gereken görev emri, emir sorgulamadan, tekrarlatılmadan yapılmalı görev yerlerine gidilmelidir. 

Bizim aldığımız terbiye şudur ki, hiçbir derviş saltanat kaynağının zevk-ü sefasına müptela olmaz, olamaz. Aldığı nefis terbiyesinin ışığında devlet idaresinde devlet malını, milletin malını kendi öz malından üstün tutan, öz evladından kutsal bilen bir anlayış dervişin hizmet anlayışını çerçeveler. 

Bu nedenle hoca efendilerin okudukları hatmi haceganda, zikrullah erkanlarında, sohbet halkalarında devlete, devleti yönetenlere, devletin güvenlik güçlerine, devlete hizmet edenlere yönelik dualarına kocaman kocaman "Amin" nidalarıyla cevap veriyoruz. 

Yazarın Diğer Yazıları