- Haberler
- Pol-Analiz
- Fehmi Çalmuk'tan Sarsıcı İddia: Erdoğan, Cemaat ve Tarikatlara
Fehmi Çalmuk'tan Sarsıcı İddia: Erdoğan, Cemaat ve Tarikatlara
Politikadam.com Genel Yayın Yönetmeni Fehmi Çalmuk, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Ümmet Birliği' çağrısıyla, İslami cemaatler, tarikatlar ve tasavvufi hareketlere adeta bir 'seferberlik görev emri' verdiğini iddia etti. Çalmuk'un yazısı, 'Terörsüz Türkiye' projesinde bu yapıların aktif rol alması gerektiğini belirtirken, Türkiye'de büyük tartışma yaratacak çarpıcı detaylar içeriyor.
"Ümmetin Lideri" Erdoğan'dan Yeni Dönem Açılımı
Fehmi Çalmuk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın özellikle "Terörsüz Türkiye" projesinin sunumu sırasında yaptığı "ümmet açılımının", aslında Erdoğan'ın üstlendiği "Ümmetin Liderliği" sıfatıyla birçok tasavvuf, tarikat ve dini cemaate yönelik bir "görev emri hatırlatması" olduğunu savunuyor.
Çalmuk'a göre bu görev emri, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri'ne değil, "Ümmetin Liderliği"nin kuşatıcılığı içinde yer alan tasavvufi hareketlere, tarikat çevrelerine ve İslami cemaatlere de yöneliktir. Devlet aklının esas alındığı "Terörsüz Türkiye Projesi"nin, Siyonizmin "Arz-ı Mev'ud" projesi karşısında Türkiye'nin savunma hattını oluşturmayı hedefleyen hem bir iç hem de dış tahkimat olduğunu belirtiyor. Türk, Kürt ve Arap kardeşliğini "Ümmet potası altında eriterek" kamuoyu önünde verilen bu görev emrinin, tasavvufi hareketlerin, tarikatların ve İslami cemaatlerin en önemli imtihanı olduğunu dile getiriyor.
Çalmuk, bu projeye desteğin sözde değil özde olması ve "ümmetin liderinin arkasında saf saf hizaya geçilmesi" gerektiğini vurguluyor. Aksi takdirde, sürece bigane kalan, konuyu savuşturan, "her türlü imkanın nimetini yiyip de külfetini çekmeye işi elin ucuyla tutanlara karşı Erdoğan'ın gazabından, devletin hesabından korkulması gerekliliğini" ifade ediyor.
Türkiye'de Siyasi İslam ve Tasavvuf Geleneğinin Dönüşümü
Çalmuk, Türkiye'nin siyasi İslami hareketinin Cumhuriyet döneminin tek parti iktidarı altındaki zorlu koşullarda tasavvuf ve ilim dünyasının derin ve kuşatıcı bir birikiminden doğduğunu belirtiyor. Bu hareketin şekillenmesinde, Prof. Dr. Mümtaz Turhan ve Prof. Dr. Oğuz Remzi Arık gibi Anadolu ve kalkınmacı toplumcu milliyetçiliğin öncülerinin yanı sıra tasavvuf önderlerinin ve geleneksel İslami yapıların belirleyici rol oynadığını ifade ediyor.
Merhum Başbakan Necmettin Erbakan'ın siyasete girişinin, milli ve manevi sorumluluklarının bir gereği olduğunu savunan Çalmuk, Erbakan'ın 1969'a kadar aktif siyasette yer almamasının Mehmet Zahid Kotku başta olmak üzere tasavvuf büyüklerinin iznine bağlı olduğunu aktarıyor. Milli Nizam Partisi'nin kuruluş sürecinde, sadece İskenderpaşa değil, o dönemdeki bütün önde gelen tasavvuf çevrelerinin Erbakan'ın genel başkanlığını desteklediğini, Necip Fazıl Kısakürek ve Eşref Edip gibi kalem erbabının da önemli katkıları olduğunu belirtiyor.
Özal Dönemi ve Günümüzdeki Tehlikeler: "Devletin Şifreleri Tarikatların Gölgeleri"
Çalmuk, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın da Erbakan gibi aynı dergahta yetiştiğini ve dergahın öngörülerini bürokratik vazifelerde yerine getirmeye gayret ettiğini ifade ediyor. Ancak Mehmet Zahid Kotku'nun vefatı ve Esat Coşan'ın Avustralya'da bir "suikast sonucu" öldürülmesinden sonra Korkut Özal'ın İslami hareketin liderliğine gelme isteğinin yoğunlaştığını belirtiyor. Cemalettin Kaplan'ın Almanya'da Milli Görüş'e isyan etmesi ve Esat Coşan'ın "bavullarla gelen paralar"dan bahsederek Erbakan'a isyan bayrağını açmasının, Korkut Özal'ın stratejileriyle örgütlediği eylemler olduğunu öne sürüyor.
Çalmuk, günümüzdeki talihsizliğin ise, dün bir cemaat içinde ahiret imtihanını kazanmaya gayret eden kişilerin bugün devlet bürokrasisinde bambaşka bir gayeyle mücadele etmelerine yönelik gözlemler ve tespitler olduğunu vurguluyor. Birçok bakanlığın, kurumların, kuruluşların değişik tasavvuf çevrelerinin yoğunlaştırılmış bürokratları tarafından yönetilmesinin, bir kültürel zenginlik kabul edilse de, devletin milli güvenliğini tehlikeye sokacak bir noktaya geldiğini iddia ediyor.
Bu mücadelenin 15 Temmuz sonrası daha da yoğunlaştığını belirten Çalmuk, FETÖ terör örgütünün boşalttığı zeminlerin çeşitli tasavvufi hareketler, tarikatlar ve dini cemaatler tarafından doldurulmasının en tehlikeli nokta olduğunu ifade ediyor. Yetmişli yıllardaki tasavvuf geleneğinin hassasiyetlerinin, devlet ihalelerinden bürokrasiye kadar talepleri olmadığını, kendilerini kendi yağıyla kavrulur bir hale getirme öngörüsünün temel şart gibi olduğunu hatırlatıyor.
Siyaset-Tarikat İlişkisi ve Diyanet'e Kritik Uyarı
Çalmuk, Milli Selamet Partisi'nin hükümet deneyimlerinin tasavvuf çevrelerinin devlet bürokrasisinde var olan müntesiplerinin idari yönetime gelmelerini sağladığını, ancak Erbakan'ın bu dengeyi koruduğunu ve hiçbir tasavvufi çevrenin diğerine tahakkümüne izin vermediğini belirtiyor. Bugün ise, dini cemaatler ve tasavvuf geleneğinin "paralel yapı" gibi şekillenmeye çalışmasına sınır çizme vaktinin geldiğinin anlaşıldığını ifade ediyor.
Yazar, siyaset-tarikat ilişkisinin kontrol edilmesi güç, yönlendirme kabiliyetinin giderek zayıflayan bir ilişki durumuna geldiğini dile getiriyor. Geçmişte Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un görevden alınmasının en büyük nedenlerinden birinin, tarikatlar başta olmak üzere dini çevrelerin iktidara yaptığı olağanüstü baskı ve tazyik olduğunu iddia ediyor. "Bakanlığı siyasi erkin değil, bu çevrelerin yönetme isteği ve arzusu, yapılacak icraatlara blokaj koyması, ister istemez bakanları, başkanları, genel müdürleri koltukta oturmaya mahkum eder" diyor.
Çalmuk, öyle bir noktaya gelindiğini ki, bir bakanın bağlı olduğu tarikat çevresinde kendisinden daha düşük kadroda görevli birine sabah "günaydın", akşam "Allahısmarladık" diyerek bağlılığını bildirdiğini belirtiyor. Devlet yönetiminin bu duruma tahammülünün tartışmalı olduğunu, ancak sabrının bir sınırının olduğunu ifade ediyor.
Merhum Necmettin Erbakan'ın Yüksek Askeri Şura'da kendisine izletilen bir filmle, tarikat bağlantılı askerin alt rütbeliye selam vererek emir bekleme görüntüsü karşısında "Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşi üzerine kuruludur, askeri hiyerarşi bu düzeni kabul etmez" diyerek kararını savunduğunu hatırlatıyor.
"Milli Güvenlik Kalkanı Olmak Şart!"
Çalmuk, devletin varlığını ve milletin bölünmez bütünlüğünü kutsal bir emanet gibi gören, vatanı ve bayrağı önceleyen tarikat, dini cemaat veya tasavvufi hareketlerin, hattı müdafaa ve sathı müdafaada oluşturulan koruma duvarlarının birer parçası olduğunu ifade ediyor. 28 Şubat döneminde Muhsin Yazıcıoğlu ile Özel Harekat Başkanlığı'nı ziyaret ettiğini ve orada gördüğü dini hassasiyet sahibi Özel Harekatçıların vatan aşkından nasıl etkilendiğini anlatan Çalmuk, tasavvuftan aldıkları terbiyenin onların millet, devlet, bayrak, Kur'an aşkına istikametlerini belirlediğini ve motivasyonları olduğunu dile getiriyor.
Ancak yazar, istihbarat örgütlerinin "yetkiyi içerden devşirme" metodunu, "düşük profil yüksek erişim" imkanına kurumlar ve kuruluşlar içinde ulaşarak "sessiz varlık" gibi hareket eden; gücün, imkanın ve finans kaynağının değiştirdiği anlayışların, ileride ülkenin bağımsızlığını ve egemenliğini tehlikeye sokacak kadar bir mecraya kadar gidebileceğini ve bunu baştan reddetmenin vatani ve imani bir görev olduğunu belirtiyor.
Çalmuk, makamlarda oturan bazı siyasi/bürokratların "bakan-genel müdürlük" oynarken yapmak istedikleri ve kendilerine yaptırılmak istenen "film fırıldak" karşısında "kaya gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çarpmakta" olduğunu ifade ediyor. Bu çevrelerin, Erdoğan'dan korktukları için sığındıkları ve koruma kalkanı oluşturdukları bu çevrelerin, çıkmaz sokağa girdiklerinin işaretlerini verdiğini belirtiyor.
Açık ve net bir şekilde, Türkiye'deki tarikatların, dini cemaatlerin, tasavvuf hareketlerinin devlete, idareye, bürokrasiye müdahil değil, dahil, şartsız, koşulsuz, fakatsız "Tabi" olmak zorunda olduğunu vurguluyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın içinde bile kulağına gelen bilgilerin öyle bir çıkmaz sokağa işaret ettiğini belirten Çalmuk, geçmişte FETÖ lideri "Loca Efendi"nin kendisini rüyasında gördüğüne ilişkin bilgi üzerine yapamayacağı işleri sıraya koyan Diyanet İşleri Başkanları'nın varlığını hatırlatıyor. "Terörsüz Türkiye Projesi'nin yanında görüntü vermek için değil, gövdesini ortaya koyacak Diyanet İşleri Başkanlığı gerekmektedir" diyor.
Çalmuk, "Terörsüz Türkiye Projesi"nin yalnızca etnik bölücü terör örgütüne değil, FETÖ, DEAŞ, THKP-C, TİKKO gibi terör örgütlerine de yönelik olduğunu belirtiyor. Siyonizm ve emperyalizmin aparatları olan örgütlere yönelik algı yönetiminden tutun da imar ve ihya hareketinin Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde dini cemaatlerin, tarikatların ve tasavvuf hareketlerinin birinci temel görevi olduğunu ifade ediyor.
"Seferberlik görev emri Ümmetin Lideri Erdoğan tarafından verilmiştir" diyen Çalmuk, bu emrin sorgulamadan, tekrarlatılmadan yerine getirilmesi gerektiğini, vaazlarda, radyolarda, televizyonlarda, internet sitelerinde ve yayın organlarında kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini vurguluyor.
Hiçbir dervişin saltanat kaynağının zevk-ü sefasına müptela olmaması gerektiğini, devlet malını, milletin malını kendi öz malından üstün tutan bir anlayışın dervişin hizmet anlayışını çerçevelediğini belirtiyor. Son olarak, hoca efendilerin hatmi haceganlarında, zikrullah erkanlarında, sohbet halkalarında devlete, devleti yönetenlere, devletin güvenlik güçlerine, devlete hizmet edenlere yönelik dualarına kocaman "Amin" nidalarıyla cevap verdiklerini dile getiriyor.