Fatih Altaylı'nın davasında gerekçeli karar açıklandı

Tutuklu gazeteci Fatih Altaylı hakkında 4 yıl 2 ay hapis cezası ve tutukluluğunun devamına karar verilen davada İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, gerekçeli kararını açıkladı. Mahkeme, Altaylı'nın sözlerinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da atıfta bulunan mahkeme, dosyanın bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini ifade etti. Altaylı'nın sözlerinin 'suikastı'ı çağrıştırdığı ve kasten öldürmeyi ifade ettiği değerlendirmesinde bulunuldu. 

YouTube yayınındaki sözleri nedeniyle “Cumhurbaşkanını tehdit” suçlamasıyla 22 Haziran’dan bu yana tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı, 26 Kasım'da Silivri’de ikinci kez hâkim karşısına çıktı. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Altaylı’yı 4 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûm etti. Ayrıca, "adli kontrol hükümlerinin yeterli olmayacağı" gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verildi. Mahkeme kararından 21 gün sonra gerekçeli kararını da açıkladı.

Mahkeme gerekçelerini şöyle açıkladı:

"Ceza hukuku yönünden kanun hükmü yorumlanırken dikkate alınması gereken net bir teori-ekol bulunmamaktadır"
Altaylı'ya verilen cezanın maddesi yönünden mahkeme, gerekçesini şu şekilde açıkladı:

"Suç ve ceza içeren hükümlerin kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamayacağı izahtan vareste olmakla birlikte, kanunların kapsamı hususunda ceza hukukunda kabul edilen yorum ilkelerine göre yorum yapılmasının da bir gereklilik olduğu ortadadır. Yorum noktasında doktrinde çeşitli ekoller tartışılagelmiş bunlardan bazıları kanunun amacına nazaran sözüne üstünlük tanınması gerektiğini savunmuş, bazıları ise sadece kanunun sözünün kalıplarının içerisinde sıkışılıp kalınamayacağını ifade etmiştir. Sonuç olarak ceza hukuku yönünden kanun hükmü yorumlanırken dikkate alınması gereken net bir teori-ekol bulunmamaktadır. Somut olay yönünden kıyasa yol açacak geniş kabullerden kaçınarak yorum yapılması noktasında nihayetinde, yasa koyucunun gerekçesinden de faydalanılması gerektiği ortadadır."

"Suikast, kasten öldürmeyi belirtmek amacıyla kullanılmıştır"

İddianamede ve mütalaada "suikast" kelimesinin tercih edilmesinin nedenini mahkeme şöyle açıkladı:

"Madde gerekçesinde ise; "madde metninde, Cumhurbaşkanına karşı suikastte bulunulması, kasten öldürme suçuna nazaran özel bir suç olarak tanımlanmıştır. Hatta, bu suça teşebbüs, tamamlanmış suç gibi cezalandırılmaktadır. Bizim mevzuat geleneğimizde Cumhurbaşkanlığı veya Devlet Başkanlığı gibi, Devletin en yüksek makamını işgal eden zatın “öldürülmesi” gibi bir sözcüğe kanunda da yer vermemek için bu hususta öteden beri kullanılmasına alışılmış “suikast” sözcüğü tercih edilmiştir. Bilindiği gibi suikast Devlet büyüğünü veya önemli bir kişiyi planlı tarzda öldürmeyi ifade ederse de burada kasten öldürmeyi belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında, Cumhurbaşkanının şahsına karşı başka bütün fiilî saldırılar, yani hakaret dışında kalan tüm hareketler, cezalandırılmaktadır. “Fiilî saldırılar” terimine bütün saldırılar girmektedir.

Cumhurbaşkanının şahsına karşı işlenen suçlar dolayısıyla ilgili suç tanımına göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunacaktır. Ancak, bu durumda belirlenecek cezaya alt sınır getirilmiştir." hususları belirtilmiştir."

Mahkeme AİHM ve AİHS'e de atıfta bulundu

Mahkeme kararının basın özgürlüğü kısmında Yargıtay ve ilgili mahkeme kararlarına değinirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da atıfta bulunarak şu ifadeleri kullandı:

"Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde; "1-Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2-Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya yasada öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı, - Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar."

"Sanığın sözleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez"

Altaylı'nın ifadelerinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini söyleyen mahkeme şu ifadeleri kullandı:

"Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar. Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Sanığın söylemlerinin hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler kapsamında kaldığı düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyeceği, Topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi ilkelere uymadığı ifadelerinin şiddete teşvik edici nitelikte olduğu nazara alınarak basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı anlaşılmaktadır."

Fatih Altaylı savunmasında şöyle demişti:

"Benim yapmış olduğum konuşmanın Cumhurbaşkanı’nda korku yaratması pek mümkün değil. Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı’nda 4 bin personel çalışıyor. Ben yayınımdan sonra “Sayın Cumhurbaşkanının programında bir değişiklik olmuş mu?” diye sordum. Ne benim yayınımdan sonra ne de başka bir zamanda Cumhurbaşkanının programında herhangi bir değişim olmadı.

Zaten tarihi bir şeyden bahsettiğim konuşmadan Cumhurbaşkanının korkması gibi bir durum söz konusu olamaz. Ben örgüt mensubu değilim, karşınızda duran bir vatandaşım. Cumhurbaşkanını tanıdığınız zaman, İsrail’le kavga etmiş, Mossad’dan korkmamış biridir.

Cumhurbaşkanı öyle kolay kolay korkan biri değildir. Burada hem bana hem de Cumhurbaşkanına haksızlık ediliyor. İddianamenin sonunda savcı zaten benim bu suçu işlemediğimi söylüyor; ‘Cumhurbaşkanına saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle’ diyor. Çok açık ki benim böyle bir niyetim yok. Bu nedenle kendimi büyük bir haksızlığa uğramış hissediyorum.

Şu an karşınızda olmaktan utanç duyuyorum demeyeyim ama çok gereksiz buluyorum. Tehdit kastım yoktur, Sayın heyetinizden beraatimi isterim."

Haber Merkezi

Bakmadan Geçme

Politik Adam - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0538 483 25 53
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!